4 Temmuz 2018 Çarşamba


Korkunç bir distopya :1984

DÜŞÜNCE SUÇU ÖLÜMÜ GEREKTİRMEZ, DÜŞÜNCE SUÇUNUN KENDİSİ ÖLÜMDÜR

Bir dünya hayal edin. Dünya 3 bölgeye ayrılmış Okyanusya, Avrasya ve Doğu Asya.... bu üç bölge sürekli birbiriyle savaş halinde ancak bu üç bölgede aslında yapı olarak birbirinin aynısı. Adınız Winston Smith. Okyanusya' da yaşayan bir memursunuz. Okyanusya, kimsenin bilmediği ve görmediği sadece sokaklarda afişlerde rastladığı Büyük birader sizi gözetliyor uyarısını yapan biri tarafından yönetiliyor ve toplumun %85 ini oluşturan yoksul işçi sınıfına hükmediyor. Tek adamın kurduğu parti ülkede geçmişe ait ne varsa yok ediyor bir ülkenin tarihi, kültürü, alfabesi ve yaşam kuralları tek adamın emriyle yeniden inşa ediliyor. Siz Winston Smith ve sizin gibi memurlar ise partinin görevlendirdiği memurlar olarak Büyük Biradere dolayısıyla partiye tamamıyla bağlısınız ve onların koymuş olduğu kuralların dışına çıktığınız an yok edilmektesiniz. Nedir bu kurallar derseniz mesela gezmek tozmak eğlenmek evlenmek, sevmek aşık olmak hatta cinsellik yaşamaya kadar daha sayamayacağımız bir dünya sosyal yaşam alanlarınız tamamen yasaklanmış evinizde sizi sürekli gözetleyen tele ekranlar sizi esir almış bulunmaktadır. Kuralların dışına çıkan işçi kesimi meydanlarda ihtişamlı idam törenleri ile öldürülmekte ve halk Büyük Biradere bağlılığını büyük bir coşkuyla kutlamaktadır. Ayrıca hergün zorunlu olarak iki dakikalık nefret törenleri düzenlenerek halkın üzerinde psikolojik baskı kurulmaktadır.


Bu korku imparatorluğunu okuduğunuzda George Orwell'ın geleceği ne kadar iyi okuduğunu anlayacaksınız zira kitap 1948 de yazılmış olup bugünün siyasi gelişmelerine ve toplumsal yapısına ışık tutmuştur.

3 Temmuz 2018 Salı

Çok fazla bilim kurgu tarzı okumayan ben yıllarca tv lerde gösterilen maymunlar cehennemi filmlerini ilgiyle izlemişimdir.1968 yılında çevirilen Maymunlar Cehennemi filmi şu an paylaşımını yaptığım kitaba bağlı kalmış daha sonraki yıllarda gösterime giren serilerin bu kitapla herhangi bir bağlantısı yoktur ama tabiki referans yine de bu kitaptır. 1968 de gösterime giren ilk film ise kitaptan farklı bir çizgide olup yine de kitap kadar ses getirmiştir.
 

1963 yılında kaleme alınan kitapta yazar Pierre Boulle'nin müthiş hayalgücü ve zekası hayranlık bıraktı bende. Kitap bilimkurgu olmasına rağmen asla bilimsel terimlerle insanı anlamaya zorlayan bir yapıda değil aksine gayet açık, anlaşılır ve bilimsel terimlerden uzak su gibi akan anlatımıyla sizi kitabın içine çekmekte oldukça başarılı.
 

Hikâye, uzayda seyahat etmenin İstanbul boğazında turla gezmek kadar sıradan ve doğal olduğu bir dönemde :)  Jinn ve Phyllis çiftinin uzay boşluğunda keyif gezintisi yaparken karşılarına çıkan bir şişenin içinde buldukları mektubu okumalarıyla başlar. .

Bir gazeteci,bir profesör ve bir bilimadamından oluşan 3 kişilik ekip 2500 yılında dünyaya 300 ışık yılı uzaklıkta olan ve daha önce kimsenin gitmediği Betelgeuse güneş sisteminde yaşam olup olmadığını araştırmak için Soror gezegenine gitmeye karar verirler ve yolculuk 2 yıl sürmüştür ancak bu iki yıl dünyadaki 700 yıla denk gelmektedir. Gezegene indiklerinde ise kendilerini bambaşka bir dünyanın içinde bulurlar zira bu gezegende insanlar ve maymunlar yer değiştirmiş maymunların hüküm sürdüğü ve medeniyet kurdukları bu gezegende insanlar zeka yönünden oldukça geri kalmış ve hayvan muammelesi gören bilimsel araştırmalarda denek olarak kullanılan varlıklar haline gelmiştir. .

 

Yazar herşeyin tersine döndüğü maymunların insan gibi yaşadığı insanların da maymun gibi yaşadığı bu gezegeni anlatırken okuyucuya insanoğlunun aslında ne kadar çok acımasız, doğanın ve düzenin kendilerinin tek hakimi olarak gördüğünü ve egolarının hırslarının ve üstün ırk olmalarının herseyi elde edebileceği hakkını maalesef kendilerinde gördüğünü bir nevi ironi yaparak anlatmaya çalışmış.

28 Haziran 2018 Perşembe


Agorafobi kısaca alan korkusu diye tanımlanabilir. Ancak yalnızca çok ağır agora fobi hastaları kendilerini eve hapseder. Geniş, açık bir sahada yalnız kalınca hissedilen, kontrol edilemeyen korkudur. Yalnız kaldıklarında karşılaşacakları sorunlarda yardım bulamayacaklarını hissettikleri ortamlardan uzak durmaya çalışırlar. Kaçmanın zor olduğu durumlarda duyulan endişe yoğunluğudur.

İşte tam olarak böyle bir rahatsızlığı olan Anna Fox 'un hayatı yaşadığı bir travma yüzünden aylarca kendini eve hapsetmiş ve bütün dünyası evi olmuş. Oturduğu evin sokağındaki komşularını sürekli gözetleyen Anna bir gün karşı evdeki bir cinayete tanık olur ve içinden çıkılması çok zor bir süreç baslar onun için. AJ Finn'in ilk romanı olan Penceredeki Kadın başarılı kurgusu ile gerilim türünü seven okurlar için kesinlikle okumalarını tavsiye ettiğim harika bir kitap.Son dönemlerde aynı türden çıkan kitaplar arasında en iyisi diyebileceğim bir kitap Penceredeki Kadın... Sürekli şaşırtan düşündüren ve aynı zamanda gerilimi hep üst seviyede tutmayı başaran kitabın finali ise olağanüstü başarılı ve cok zekice... Tavsiye ediyorum.